10/4/12

Fresh Meat...

Bu senenin en dikkat çekici takımlarından biri de West Ham. Çekiçler bu sene eskisi gibi.

Merseyside'ın kırmızılarına rekor bir transfer ücreti ile gidip, fiyat-performans dengesine bakıldığında koskocaman bir hayal kırıklığı yaratan Andy Caroll'un West Ham'a katılması ile beraber, hücum hattını Vaz Te gibi istikrarsız bir adama bırakmış olan takımın gol yollarındaki problemi bir nebze de olsa çözülmüş durumda. 
Henüz Diarra'dan bir katkı görülmemiş olmasına rağmen, Sam Allardyce'in geçtiğimiz sene takıma kazandırdığı mücadeleci yapının meyvelerini toplamaya başladılar.
Uzun yıllardır deplasmanda bu denli rakibine üstünlüğünü kabul ettiren bir West Ham daha izlememiştim. Kevin Nolan tek kelimeyle muhteşem. Scott Parker'in takımdan gitmesinden sonra, orta saha'daki lider oyuncu kim olacak sorusunun kısa kesilmesinin sebebi Nolan. Menajerlik oynayan güruh'un fazlasıyla kullandığı Box to Box ortasaha modelinin Premier Lig'deki en net temsilcilerinden biri. 
Buna rağmen halen ciddi savunma problemleri var. Tomkins her ne kadar maç oynadıkça üstüne koysa da, tecrübeli bir isme kesinlikle ihtiyaç duyuyorlar. 
Milli kaleci Robert Green kendisine defalarca şans verilmesine rağmen, bu şansı iyi kullanamadı. 
Takımın futbol yapısındaki bu gözle görülen upgrade'in en önemli sebeplerinden biri de Jaaskelainen. Performans olarak Green'in çok ötesinde. Topu oyuna iyi sokuyor ve Lig'i çok ama çok iyi tanıyor.  Tam bir Tecrübe abidesi.
Allardyce'in yaptığı doğru transfer hamleleri, 2 sene öncesinin küme düşen loser kimlikli yapısını fazlasıyla değiştirmiş durumda. Özellikle bu seneki Londra derbilerini sabırsızlıkla beklemekteyim. Haftasonu Qpr'e karşı oynanılan futbol'u sezonun geneline yaymaları halinde, birçok ingiliz spor yorumcusunun, "Ligin yeni asansörü" yorumunu yedireceğe benziyorlar. İngiltere gibi bir ligde her daim varolması gereken bir futbol klübü West Ham. Hem daha İngiliz futboluna kazandırılması gereken çok fazla isim var. Yıllardır bu yükü üstlenen bir klübün, bu ligde olmaması büyük eksiklik olurdu. Sevincim bu sebeptendir...

9/27/12

Baby's On Fire

Dumanı üstünde taptaze bir gündem konusu. Sıcağı sıcağına yazmakta büyük fayda var. West Ham yıllarından hastası olduğum Alan Pardew Newcastle ile olan sözleşmesini 8 sene uzattı. Bir diğer değişle 2019-2020 sezonuna kadar Pardew Newcastle'da. Kağıt üzerinde görünen durum bu. Aslına bakılırsa Yakın dönem Newcastle tarihi, Pardew öncesi ve Pardew sonrası olmak üzere ikiye ayrılır. Championship'e düşmelerinin ardından, tarihi boyunca hiç yaşamadığı bir çöküşten klübü kurtaran bir isimden bahsediyoruz. Çok doğru transfer hamleleri elbetteki belirleyici oldu bu konuda. Hele ki geçtiğimiz sene yapılan bir Papiss Cisse transferi var ki, Atletico'da Falcao ne ise, Cisse de Newcastle için o. Daha da fazlasını yapacaklar diye düşünüyorum. Dibi görmüş bir klübü, yeniden eski günlerine döndüren biri isim Pardew. İngiltere'de en tehlikeli deplasmanlardan biri haline geldi St. James's Park. Zamanında aynı misyon Upton Park'taydı. Bir takımın küllerinden yeniden doğması konusunda oldukça başarılı bir Rol Model haline geldi Newcastle United. Pardew ile yapılan bu sözleşmeye klüp ne kadar bağlı kalacak bu bilinmez ancak, İngiltere gibi bir futbol ülkesinde böylesine cesur işleri yapabilen 3-5 klübün arasına artık Newcastle'ı da rahatlıkla ekleyebiliriz sanırım.

6/10/12

Belle Belle!


İçimden bir ses bugün o özlediğim İtalya'yı, turnuvalarda bir klüp takımı kimyasına bürünen İtalya'yı göreceğimi söylüyordu. Bugün bu maçın konusu açılınca bu hissimden bahsedip, bu maçı İtalya'nın kaybedeceğini sanmıyorum diye de bir öngörüde bulundum. Ayrıca İspanya ile ilgili de hissettiğimi ekleyiverdim; İspanya'nın Barcelona temalı futbol anlayışının yine dirençli ve kontrollü baskın Avrupa futbol mantalitesi tarafından çözüldüğünü düşünüyordum. Bu da bir Dünya Kupası değil en nihayetinde, iş Avrupa Şampiyonasına gelince daha ilk maçlarda dirençli savunma yapıları, disiplinli alan savunmaları ve kontrollü oyundan taviz vermeyen oyun anlayışları İspanya ve Hollanda gibi pasa ve yaratıcılığa dayalı takımların işlerinin hiç kolay olmayacağını gösterdi. İyi bir İtalya'da oyunun bu tarafını dünyanın en iyi uygulayan takımlarındandır.

İspanya orta sahası bir anlamda Messi'siz Barcelona orta sahası ve bu aslında ciddi bir handikap. Barcelona bile bu sene bir çok kilit maçta, ceza sahasına adam kaçırma taktiğine alternatif uygulayamadığı için kaybetti. Üstelik Messi gibi bir artifakta sahip olmalarına rağmen. İspanya'nın oynadığı futbola bakınca yine yoğun pas trafiğiyle gelip, ceza alanına atılan toplarla pozisyon aradılar sürekli ve golü de o şekilde buldular. Maça santrforsuz başlayan bir İspanya beni çok şaşırttı açıkcası. Demek ki dedim farklı atak organizasyonları denemek Del Bosque'nin çok da umrunda değil. Ben sadece bu yönümle İtalya'yı yenerim diye düşünmüş olmalı. Golü de o şekilde buldu yine de kendisine saygı duyuyorum tabii ki sonuçta bu bir tercihdir! Ama ben bir futbolsever olarak İspanya'nın sürekli aynı şeyi deneme çabalarından sıkıldım. Oysa ki bu kadro, bu yetenekli adamlar çok daha fazlasını yaratabilecek durumda. Liorente gibi farklı özellikleri olan bir santrfor neden hiç kullanılmaz. Neden hala Torres tercihi yapılır. Bunlar açıkcası İspanya'ya karşı beni negatif tutuma iten sebepler. Maç başlıyor ve hepimiz step by step İspanya'nın neleri deneyeceğini, neler yapacağını tahmin ediyoruz, biliyoruz. Sonraki sahnesi tahmin edilen vasat filmlere dönüşüyor.


İtalya'da en fazla dikkat çeken ve beni heyecanlandıran özellik ise yapılması gereken en doğru savunma şeklini yaparken aynı zamanda İspanya gibi bir takıma nasıl hücum yapılır sorusunun cevaplarını veren pozitif futbol anlayışları oldu. Keyif veren bir futbol ortaya koydular. İspanya gibi tek bir yoldan değil bir çok farklı yoldan atak denemeleri yapıp izleyenlerde heyecan yarattılar. Hatta bu detayı da vermeden geçemeyeceğim. Maçı üç kişi izliyorduk ve fazla futbol ile ilgisi olmayan bir arkadaşımız bile İtalya'nın ne kadar güzel oynadığını söyledi ve İtalya'yı desteklemeyi tercih etti. İspanya topu alıp hazırlık paslarına başladığında yarım kalan muhabbet devam ediyor İtalya topu alıp atağa kalktığında muhabbet kesiliyordu. Kadroyu gördüğümde canımı tek sıkan isim Cassano oldu. Bu adam ne zamandır futbol oynamıyor ne işi var böyle bir maçta diye söylendim. Maçın başında orada olması gereken Giovinco idi zaten ki oyuna girdiği andan itibaren nasıl bir dinamizm getirdiğini gördük. Prandelli'nin tek hatası buydu bence. Onun dışında İtalya'ya 90'lı yılların kimyasını geri getirmiş gibi görünüyor. Marchisio çok iyi oynadı hele bir gelişine vuruşu var ki gol olsa sanırım bu turnuvanın en iyi golü olurdu. Pirlo resmen ışıldıyor. Turnuvalarda tüm sayısal değerlerine en az 2 level-up yapıyor bu adam. 

Balotelli konusunda fazla bir eleştiri getiremiyorum kafa karıştıran yapıda bir futbolcu. Ama tahminim Prandelli önümüzde ki maça Di Natale ile başlayacaktır. İtalya bu dinamik yapısıyla Di Natale'nin yaş handikapını ortadan kaldırır diye düşünüyorum. Sonuçta tartışmasız Balotelli'den çok daha iyi son vuruşlar yapabilen bir isim. Attığı golde de bunu çok net gösterdi. Defans hattı neredeyse hatasız oynadı, kanatlar -özellikle Maggio- topla çok iyi çıktılar. Sadece bir kere İspanya'ya asla yapılmaması gereken hatayı yaptılar ve golü yediler. Bu noktada İtalya beni çok şaşırttı çünkü genelde bu tarz maçlarda özellikle golü bulduktan sonra çok iyi kapanacağını düşünmüştüm ama çok dağınık yakalandılar. Azzurrileri beğendim, hem de çok beğendim belle dedim belle :)

Deutschland Turned To OldSchool

Lafı hiç dolandırmadan Almanya'da; özellikle de bu yılın en büyük favorisi apoletiyle karşımıza çıkan -ki benim de bir numaralı favorimdi- bu takımda 2010 Dünya Kupasında ki kadar coşkulu, istekli ve makine düzenini estetik işleten o dinamik yapıyı göremediğimi söyleyebilirim. Löw'ün o cesur kararlar alabilen yenilikçi yönü gitmiş yerine geleneksel tutum sergileyen bir hoca tiplemesi gelmiş sanki... Almanya Dünya Kupası ve elemelerdeki herkesin takdirini toplayan Dortmund ruhu ile hareket eden bir takımken, bugün karşımıza tekrar Bayern Münih ruhuna bürünmüş, eskimiş gibi geldi. Bu nasıl girizgah adamlar kazanmış, hemde Portekiz gibi güçlü bir takıma karşı diyenler olabilir. Maç boyunca Almanya ile ilgili bunları hissettim ve bu durum bana göre galibiyetten daha önemli. Ayrıca alınan galibiyet üzerine konuşmaya kalkarsak burada da futbolda ki şans faktörü Almanya'nın fazlasıyla yanındaydı. Gol olması beklenmeyecek bir ortadan, Gomez tamamen kişisel becerisiyle inanılmaz bir vuruş yaparak golü getirdi. Hummels, Badstuber ve Neuer'ın maçın en önemli oyuncuları olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliyorsam demek ki sıkıntı var. Bu arada Almanya bu hal-i ruhiyesiyle de finale kadar yürüyebilir ama bu zaten her zaman olan bir durum olduğundan üzerinde fazla durmaya gerek yok. Maçın büyük bölümünde Almanya'nın yaratıcı ve hızlı atak organizasyonu yapamadığını gördük. Löw'ün yanında bu yıl Bundesliga'ya damga vurmuş Götze, Schürlle ve Reus gibi oyuncular varken bu hız ve yaratıcılık gereken zamanlarda Podolski ve Müller gibi ağır kalan oyunculara tercih etmeyişi çok garantici bir tutum. Kazandığı için haklı mı, kesinlikle hayır. Löw bu tutumunu sürdürmeye devam ederse, bugün gördüğüm Danimarka savunmasına karşı bile üretkenlik sağlayamaz. Löw'ün tekrar oyuna ve kadroya cesur müdahalelerini bekliyorum. Umarım bu şekilde devam etmez ve yine göze hoş gelen bir Almanya izleriz. Yoksa futbol varolduğundan beri Almanya zaten bir şekilde kazanıyor.


Portekiz'in maçı kazanmaya daha yakın bir futbol oynadığını düşünüyorum. Ellerinde ki iş yapabilecek silahları gayet iyi kullandılar ama maalesef adamların iyi bir santrforu yok. Ronaldo'yu daha bir takıma kendini vermiş gördüm. Bu turnuvaya damga vurmak istiyor. Maç boyunca klasik Ronaldo kimliğini sahaya yansıtmaya çalıştı ve bazı anlarda bunda başarılı oldu. Bu takımın ekstra bir şeyler yapabilmesi için de Ronaldo'nun ekstra oynaması gerekli zaten. Dediğim gibi ona ve Nani ye yardımcı olabilecek yapıda bir santrfor olmaması Portekiz adına büyük şanssızlık. Öyle çok da mükemmel değil, biraz vasatın üstünde bir santrforları olsa bu maçı kazanırlardı. Postiga ile Almeida ile ya da bugün sonradan oyuna giren genç Oliviera ile bu seviyede maçlarda işleri zor. Bu yoklukta ilk onbirde Postiga yerine Oliviera ya şans verse daha iyi olur kanımca. Geçtiğimiz Dünya Kupası ve grup eleme maçlarına göre Portekiz çok daha iyi bir noktada ve bu halleriyle Hollanda ve Danimarka maçlarında şansları daha yüksek.

3/16/12

Wasted Years...

Q7 ve çetesi başlıklı gazete manşetlerinin fazlalıkla gündemi meşgul ettiği yanıltıcı dönemleri hatırlıyorum ve bugüne bakıyorum. Ortada portekizli bir çete varsa bunun ispatını bugün İngiltere'de S.Lizbon'lular yaptı. Sezon başında İngiliz klüplerinin bu sene Avrupa'da hüsran yaşayacaklarını, Devils'in Bilbao'ya hem de Avrupa Ligi'nde, City'nin ise Lizbon'a hem de sahasında 2-0 geriye düşerek elenecekleri söylense büyük gülerdim. Hele ki İngiltere'nin Avrupa bazında tek başarılı(!) klübü Chelsea olacak denilse, ortamdan hızla koşarak uzaklaşırdım. 
İngiltere'nin futbol bazındaki bu ekstrem düşüşü kolay kolay açıklanabilecek cinsten değil. Büyük umutlarla, büyük paralar harcanarak kurulan Man City'nin, Lizbon'a elenmesi sadece İngiltere için değil tüm futbolseverler için büyük bir sürpriz. Mancini'nin oyun kurgusu ve maça yaklaşım tarzı oldukça laubali bir yapıdaydı. Ancak her ne olursa olsun City'nin en kötü halinin bile, Portekiz'de Porto ve Benfica hegamonyası altında ezilmiş durumda olan Sporting'i rahatça elemesi gerekirdi. 
Sezon sonunda takımdan gönderileceği konuşulan Mancini için ise yönetimle arasındaki bağın kopma noktasına geldiğini söylemek artık pek de zor değil. Yaramaz çocuk gibi onu da isterim, bunu da isterim tarzında transfer planlaması ile giden bir hoca'nın, istediği tüm konfor sağlanmasına rağmen bu denli büyük bir başarısızlığa imza atması, bunun yanında yavaş yavaş lig'den de kopuyor oluşu gidişatın Mancini adına karanlık olduğunun göstergesi...

3/15/12

One Day I Will Kill You...

Chelsea'ye gönül verdiğim zamanlar, Di Matteo'lu,  Vialli'li,  Zola'lı dönemlerdi. Zaten klüp Rus milyardere satılmadan evvel en önemli başarılarını da bu İtalyan ekolünün hakim olduğu dönemlerde kazandı. Özellikle Vialli'nin gelişi ile beraber bambaşka bir motivasyon, bambaşka bir istekle futbol oynamışlardı. Elbette o zamanlardan bu zamana gerek futbol yapısı, gerekse futbolcu yapısı fazlası ile değişti. Bu doğrultuda klübün zenginleşmesi ile transfer stratejisi ve hedefler değişti. Kağıt üzerinde daha pahalı, daha etkili, daha yıldız futbolcular ile süslenen Chelsea takımı da Mourinho gibi bir dahi ile hedeflenen başarılara emin adımlara yürür vaziyetteydi. Yoğun taraftar baskısı ve medya'nın eleştirilerine rağmen Mourinho'nun takımdan gidişi ile takımın kimyası da bir anda değişti. Abramovich döneminde Chelsea takımı bir çok hoca ile çalıştı. Hiçbiri Mourinho kadar etkili olamadı. Son kurban Villas Boas'tan sonra klüp başkanının hamlesi merakla beklenirken, klübün başına eski efsane Chelsea'li Di Matteo getirildi.
Dün 3-1'in rövanşında Stamford Bridge'te Vialli'li, Zola'lı Chelsea'dan sahneler görür gibi oldum. Rakip,  İtalya'nın hırçın çocukları Napoli. Chelsea tam bir kaynayan kazan görüntüsünde. Hoca'nın gönderilmesinin üstünden fazla vakit geçmemiş. Squad Harmony yerlerde sürünmekte ve karşılarında bu turu geçme konusunda oldukça kararlı bir Napoli var. Psikolojik unsurların aleyhine olduğu gerçeği alenen ortada olmasına rağmen, beklenmedik derecede istekli, arzulu ve yırtıcı bir Chelsea izledik dün. Maçın normal süresini 3-1 önde tamamlayan Maviler, uzatmada Sırp savunmacı Ivanovic ile turu getiren golü bulduğunda, Chelsea taraftarının boşa geçen bir Premier Lig sezonuna daha da fazla üzülmeleri kaçınılmaz oldu sanırım. Daha sezonun başında kendini belli eden Villas Boas'ın Chelsea'sinde bu kadar ısrar edilmeseydi, bu hamle daha erken gerçekleşmiş olsaydı Chelsea için herşey bambaşka olabilime olasılığı fazlaca...
Israrla yazıyorum, söylüyorum, kızıyorum ancak dün bir defa daha görüldü ki kağıt üzerinde büyük yıldız olup da takımla ilgisini kesmiş bazı isimler var Chelsea'de...
Maç bitiminde Di Matteo'nun çocuklar gibi sevinerek zıpladığı ve Drogba'ya sarıldığı anlarda, Napoli'ye karşı turu geçmiş olmanın mutluluğunu zerre kadar umursamayan ve başı önde soyunma odasına giden "Torres" resmini kameralarda gördüğümde, Chelsea'nin bu seneki problem ve problemlerinin neler olduğunu birkez daha açık ve net bir şekilde teyid ettim. Hele bir de o umursamaz Torres'in boynuna atlayıp çırpınan Di Matteo'nun keyif verici hali, hele hele Torres'in bu tepki karşısında neye uğradığını şaşırması nereden bakarsanız muhteşem bir Futbol resmi.

3/14/12

Kamikaze Boys...

Mücadelenin gittikçe kızıştığı bir Serie A sezonu yaşanmakta. Namağlup ancak 14 beraberliği bulunan Juventus kalesi düştü düşecek. Kaybetmeme istikrarı örnek bir performans ancak sezonun ilk yarısına göre futbolunda ciddi düşüş yaşayan bir takım  görüntüsünde Zebralar...İbrahimoviç ve Boateng'in çılgınlaştığı Milan'da ise işler yolunda gözükmekte. Taraftara bir türlü güven vermeyen Allegri için de son zamanlardaki performansı sonrası söylemler ve eleştiriler ciddi anlamda hafifledi...Zebralar ile puan farkını 4'e çıkarmış durumdalar ve Şampiyonlar liginde de yollarına devam ediyorlar. Sezonun flaş takımı Udinese geçen hafta kaybetse de futboluyla güven vermeye devam ediyor. Tam bir takım görüntüsündeler ve bu doğru gidişat onları önümüzdeki sezonlarda daha kalibreli bir takım haline getirecektir. İtalya'nın son yıllardaki gururu Napoli'de ise ligdeki dördüncülüğü ve son 10 maçta sadece bir mağlubiyet yüzü gören performansı ile geçtiğimiz seneden flashback'ler yaşatmakta bizlere. Özellikle bu sene Lavezzi'nin senesi. Performansı ile Cavani'yi bile gölgede bırakmış durumda. Gargano-Hamsik-Gökhan 3'lüsünden oluşan orta saha yapısı Avrupa'nın birçok takımında yok. Doğru transfer planlamasının yanında elindeki kadroyu da doğru kullanan bir oluşum Napoli...Bir de üvey evlat görünümündeki Inter var ki eyvahların, azapların, hayal kırıklığının kaynağı görünümündeler...Lig'in bitmesine daha 11 hafta olmasına rağmen 27 maçta aldıkları 11 mağlubiyetin neresinden bakılırsa bakılsın açıklanabilitesi yok. Rezalet durumdalar. Öyle ki, parma, cagliari, atalanta, catania gibi klüplerden daha fazla mağlubiyet yaşamış durumdalar ve ellerinde tutunabilecekleri tek dal olan şampiyonlar ligi'nden de dün itibari ile elendiler. Hem de kendi sahalarında, hem de fransa ligi'ndeki istikrarsız görüntüsüyle Marsilya'ya...Gasperini döneminde bile bu kadar kötü futbol oynamamışlardı sanırım. Sahada ne yaptıklarına dair en ufak bir fikrim yok. Saha dizilişlerinden tutun da kademe anlayışsızlıklarına kadar bomboş bir takım görüntüsündeler. Özellikle dünkü hüsrandan sonra Ranieri'nin kendisini San Siro ışıklarından aşağıya bırakabileceği düşüncesindeyim...