10/23/11

charliebigpotato

Yoğun iş temposu sebebiyle bir müddettir ayrı kaldığım çok sevgili blogumuza tekrar dönmenin mutluluğunu kutlamaktayım düğünlerle derneklerle. Yazmadığım dönemde önemli gelişmeler oldu elbette. Kısa bir şekilde özet geçmek gerekirse, milli takımlar düzeyinde kaderimiz bilic'in ellerinde, avrupa futbolunda gidişat bayern'in ellerinde, ingiltere'de durum city'nin ellerinde gözükmekte.

Az evvel biten karşılaşma üzerine birkaç yorum getirme hevesindeyim.
Old Trafford'da büyük derbi günüydü bugün...Eski sevgilim City, giderek Wenger(?)leşen Ferguson'un takımına konuk oldu ve United'in Gunners'a yaşattığı ızdırabı, City'de United'a yaşattı.
Ferguson'un başarılarla dolu kariyerine eklenen büyük bir kara leke olarak sonuçlandı maç.
City tam 6 gol bıraktı United ağlarına.
4. golden sonra Devils taraftarını ilk kez bu kadar çaresiz, üzgün, ne yapacağını bilemez halde gördüm.
Takıma yaşattığı sayısız başarıdan ötürü Ferguson'a tepki gösteremediler. Giden onca yıldıza rağmen istikrarlı bir görüntü sergileyen ve hep kafaya oynayan futbolcularını da ıslıklamadılar. 6. golden sonra sessiz sedasız, tepkisiz ve üzgün bir şekilde evlerinin yolunu tuttular. Ancak sessiz kalmalarına rağmen staddaki olumsuz duruma yüz ifadeleri ile bir tepki koydular sanki. 
Mancini'nin kazandığı büyük zaferin ardından Ferguson ile tokalaştığı an oyunun en dramatik ve aslında düşündürücü anlarından biriydi. 
Senelerdir taraftarın direndiği, takımın karakterini kaybetmemesi için satılmamasını istediği Manchester United klübü, City ile arasındaki ezeli rekabette paranın hezimetine uğradı.
Ferguson'un suratındaki ifade kaybedilen maça değildi aslında, futbolun güzel değerlerinin, rekabetçi yapısının, onurlu mücadelesinin, euro'ya teslim olmasındandı.
Belki de bu yüzden ıslıklamadı United taraftarı takımını. Belki de bu yüzden 6. golden sonra hala stadın 4'te 3'ü hala doluydu. Belki de bu yüzden yıllardır kıskandığım, sevmediğim, başarısızlıklarında mutlu olduğum Manchester United takımı bana bu kadar onurlu gözüktü...

10/21/11

weird analysis

Jakomasita'da uzun yazısız bir aradan sonra başından beri hiç değinmediğimiz ulusal takımlar üzerine bir yazının zamanı geldiğini düşünüyorum ve ilk açılışı yapıyorum. Özellikle EURO 2012 Ukrayna-Polonya Avrupa Futbol Şampiyonası grup maçları sonlanmışken bu güzel bir zamanlama...


Grup maçları sonuçlandığında özellikle Türkiye'nin de grubunda bulunduğu için hepimizin daha da iyi gözlemlediği Almanya en büyük favori ve en iyi futbolu oynayan takım olarak öne çıkmıştır. Evet son Avrupa ve Dünya şampiyonu İspanya'dan da daha öne çıkmışlardır benim gözümde. Tüm turnuvalarda Almanya her zaman favoridir klişesini çok iyi biliriz. Her turnuva başladığında, öncesinde form durumu ne olursa olsun bir şekilde Almanya'yı son dört içerisinde buluveririz. Bunu 2002 Kore-Japonya'da olduğu gibi kötü oynayarak finale kadar geldiklerinde de gördük. 2010 Güney Afrika'da iyi oynayarak yarı finale geldiklerinde de gördük. Ama bu Almanya gerçekten farklı, o estetikten yoksun, kazanan ama keyif vermeyen işleyen makine düzeni -özellikle Löw döneminden sonra- daha bir estetik işlemeye başlayıp bunu yeni gelen genç, yaratıcılığı yüksek oyuncu yapısıyla da destekleyince... Artık tam anlamıyla korku salan bir favoridir. Grup maçlarında kırdıkları 10 maçlık galibiyet rekoru, oynadıkları her maçı rahat rahat kazanmaları bize zaten bunu net bir şekilde gösterdi. Özellikle İstanbul'da oynadıkları son Türkiye maçında bizim gözümüze gözümüze soktular. Son kaldırdıkları Dünya kupasının 1990 yılında, son kaldırdıkları Avrupa kupasının 1996 yılında olduğunu da hesaba katarsak; bu jenerasyonun EURO 2012 de kupayı kaldıracağını düşünüyorum.

Türkiye... Her zaman ki gibi yine garip, oynadığı futbolun tutarlı her hangi bir tarafını göremiyoruz, hatta objektif baktığımda daha da ileriye giderek bu futbol ile nasıl Play-Off karşılaşmalarına kaldığını da anlamakda güçlük çekiyorum. Oysa ki Guus Hiddink ismi ortaya çıktığında ve takımın başına geldiğinde çok ama çok umutlanmıştım. Hiddink'in artık köhneleşmiş, çürümüş bu mantalitesi olmayan mantalitemizi kökten değiştireceğini düşünmüştüm. Ama fazlasıyla yanılmışım. Hiddink'in özellikle Güney Kore ve Rusya'ya aşıladığı sınıf atlattıran mantalitenin yüzde birini Türkiye'ye aşılayamaması bana göre yine bize özgü açıklanamayan garipliklerden birisi diye düşünüyorum. Türkiye'nin Play-Off da eşleştiği Hırvatistan'ın oturmuş oyun yapısı ve kadro kalitesinin daha iyi olduğu bir gerçek ama Türkiye'nin yine garip! bir şekilde finallere vize alma ihtimalide başka bir gerçek. EURO 2012 ye gidecek takımlar ile ilgili en azından grup maçlarında oynadıkları futbola bakarak çok kısa izlenimlerime gelince... Gruplardan beklenildiği gibi lider olarak rahat çıkan takımlardan son Dünya Kupası sahibi ve şu an dünyanın en iyi takımı olarak gösterilen Barcelona'nın omurgasını barındıran İspanya ise bana Almanya kadar sağlam görüntü vermedi yine de en güçlü ikinci favori. Grubundan lider çıkan İtalya geçmiş yıllara göre daha iyi bir takım durumunda. Onlarında turnuva alışkanlıklarını hesaba kattığımızda favori olmasalar da iddialılar diye düşünüyorum. İngiltere de grubunu lider tamamladı ama oynadıkları futbola iyi demek çok zor. Her zaman ki sendromları devam ediyor. Kadrolarındaki o kadar yıldıza rağmen takım kimyaları içler acısı. Çıktıkları grupda zaten ortada. Kağıt üzerinde ve gönüllerde favori olan Hollanda ise İsveç ile kıyasıya bir rekabet sonucu lider tamamladı grubunu... İsveç'in ikinci olmasına rağmen Hollanda'dan daha iyi bir takım olduğunu düşünüyorum.

Kadro kalitesi ve futbol mantalitesi olarak nasıl oluyorda bu kadar kötü futbol oynuyorlar diye düşündüğüm; grubunu haksız şekilde lider bitiren bir diğer takım ise Fransa. Bana göre bir puan gerisinde ikinci olan Bosna Hersek kesinlikle Fransa'dan daha iyi bir takım. Bunu Fransa ile oynadıkları son maçta herkese gösterdiler ve tartışmalı bir penaltı ile finallere katılmaya hak kazandılar. Tıpkı 2010 Güney Afrika finallerine İrlanda'yı yakarak girdikleri gibi yine haketmeden finallere gidiyorlar. Bosna Hersek ise Play-Off oynamak durumunda kalıyor. Facteur de Platini! Yunanistan hakkında çok fikrim olduğunu söyleyemem ama Hırvatistan'ı ekarte etmiş bir takım. Hırvatistan hakkında ki fikirlerime göre bu saygı duyulması gereken bir takım olduklarını gösteriyor. Ama daha büyük saygıyı hak eden takım Portekiz gibi kadrosunda dünya üzerinde mevkisinin en iyi oyuncularından bazılarını barındıran bir takımı -hem de yenerek- ekarte eden Danimarka. Oynadıkları son maçta Portekizi yenerek Play-Off'a gönderen Danimarka oyun disiplini, fizik gücü ve kadro yapısı itibariyle sistemi süper çalışan bir takım. Portekiz'de, tıpkı İngiltere, Hollanda ve Fransa gibi ellerindeki üst düzey yetenekli oyunculara ragmen takım kimyasını iyi kurgulayamamış takımların belki de en başında sayılmalı. Danimarka, İsveç, Bosna Hersek ve Yunanistan gibi takımlar bize takım olabilmenin ne demek olduğunu gösteren takımlar oydu bu eleme maçlarında. Play-Off'da Portekiz ve Bosna Hersek eşleşmesi beni şimdiden heyecanlandıran ve izlenmesini şiddetle tavsiye ettiğim maçtır. Yine grubunu lider tamamlayan ve dengeli bir takım görüntüsü veren Rusya'yı da çok değişik işler yapabilecek bir takım olarak görüyorum. EURO 2012 finallerinin Ukrayna-Polonya'da yapılacağını da düşünürsek bu bir anlamda Rusya'yı evsahibi psikolojisine de sokacaktır. Rusya için benim under-rate sürpriz takımım diyebilirim. Play-Off oynayacak Estonya'ya gelince, Sırbistan gibi ekol bir takımı ekarte ederek zaten büyük iş başarmıştır. İrlanda ile oynayacakları maçta ilginç ve oldukça çekişmeli olacak diye düşünüyorum ve bana göre gayet ortadadır. Çek Cumhuriyeti gibi bir diğer güçlü futbol ekolüde, Karadağ ile Play-Off mücadelesi verecek. Çek Cumhuriyeti'nin tecrübesi ile bir adım daha önde olduğunu düşünüyorum.

Türkiye ve Hırvatistan karşılaşması için ise yazının başlarında da belirttiğim gibi en ufak bir fikir yürütemiyorum ve o maçı an be an yaşayarak son saniyeye kadar neler olacağını bekleyip görmekten başka bir şey diyemiyorum. Öyle garip, rakip tarafından da anlaşılması öyle zor bir takım ki Türkiye. Aynı 90 dakika içerisinde rezalet bir futbol oynarken, birden garip şeyler yapmaya başlayıp 15-20 dakika çok iyi oynamaya başlayabiliyor ve rakip ne olduğunu anlayamadan tüm motivasyon-konsantrasyon dengesini kaybedip kaybedebiliyor. Bu garip durumları özellikle Hırvatistan çok iyi biliyor. 11 ve 15 Kasım tarihlerinde yine bu tuhaflıkları görebilmek isterim tabii ki...

10/3/11

Nightmareforazzuri

İtalya ligi ile ilglili bahsettiğimiz konularda hemen hemen her mevzuda az da olsa ismi geçmiştir Napoli takımının. Geçtiğimiz sene ortaya koydukları performansı bir çok insan Cavani ve Hamsik'in  bireysel becerilerine bağlamış olsa da, kaldığı yerden devam eden bir takım görüntüsünde Napoli. 

Ranieri'nin gelişi ile beraber oynadığı 2 maçı da kazanarak, Gasperini döndermindeki savruk ve dağınık yapısını biraz olsun üzerinden atmış görünen ve çıkışta olan bir Inter takımını, deplasmanda 3-0 gibi net bir skorla yenerek, tıpkı daha önceki yazılıramızda da belirttiğimiz gibi, bu sene İtayla'da adı ciddi ciddi şampiyonlukla anılan takımlardan biri artk Napoli...

Ibrahimovic'in sakatlanması ile beraber düşüşe geçen ve gol yollarında sıkıntı çeken Milan'ın ise Zlatan'ın dönüşüne rağmen aynı sıkıntılı futbolu devam ettirmesi ise düşündürücü...Milan'ın bu sıkıntılı dönemde rakiplerine göre nispeten daha zorlu takımlara karşı oynadığı gerçeğini göz önüne alıyorum ancak son maçta Juventus karşısında ortaya konulan futbolun Milan adına savunulacak hibçir yanının olmadığını düşünüyorum. 
İlerleyen yazılarımızda Milan'ı geçtiğimiz hafta 2-0 ile geçen Juventus hakkında geniş bir değerlendirmede bulanacağım ancak Pedro Leon ve Pirlo'nun bu istekli ve arzulu futbol yapısı devam ettiği müddetçe de Juventus'un şampiyonluk yarışına ortak olmaması için hiçbir neden olmadığını düşünüyorum...

Bir de gerilerden gelen ve sinsice yukarılara tırmanan Lazio takımının yükselen performansı da dikkatimi cezbetmekte...Bir tarafta yaşlandıkça vites artıran, diğer tarafta geçirdiği sakatlıklara inat performans yükselten iki forvete sahip Lazio. Şu haftaya kadar da her ikisini oldukça verimli kullanmayı başardılar. Klose ve Cisse gibi iki farklı futbol yapısındaki oyuncunun bu uyumlu görüntüsüne bence Avrupa'nın en etkili ortasaha oyuncularından biri olan Hernanes'in başarılı futbolu eklenince iyi bir takım olma adayı olan Lazio'da lig'de ve Avrupa'da futbolunu her geçen maç daha da geliştirmekte...
Haftalar ilerledikçe rekabetin daha da arttığı ve her hafta sürpriz sonuçların yaşandığı Serie A'da daha sezonun üçte birlik dönemi bitmemiş olmasına rağmen takımların oynadığı arzulu ve sert futbol bu sene Avrupa'daki en heyecanlı ve rekabetli ligin İtalya'da yaşanacağının işaretini bizlere gösteriyor zannediyorum...

Amazing 3 Hit Combo!

Dün gece yarı uykulu bir halde, göz ucuyla avrupa liglerinde oynanan maç özetlerine bakarken, birden beni şok eden, ayaklandıran bir gole şahit oldum. B.Leverkusen Wolfsburg karşılaşmasında bu inanılmaz golü atan Eren Derdiyok, tam anlamıyla Zlatan Ibrahimovic'e selam yollamıştır. Takip, kontrol ve bitirici vuruş olarak mükemmel bir gol, estetik olarak son yıllarda izledigim en iyi gol... buyrunuz.