1/29/12

The Rise of The Zebra's


 
İtalya'nın gelmiş geçmiş en başarılı takımı Juventus... Zebralar bu yıl eskisi gibi.

2006 yılında yaşadığı tarihin en büyük (Calciopoli) şike skandalından sonra, şike ile alındığı belirlenen tüm haklarını (2 şampiyonluk ve şampiyonlar ligine gitme hakkını) iade ettiler. Serie B'den her şeye sıfırdan başlayarak taraflı tarafsız herkesin takdirini kazanan onurlu bir mücadeleye başladılar. Özellikle İtalyan futbolunu beğenen ve takip eden biri olarak bu skandal haberini ilk aldığımda Juventus a karşı olan tüm sempatim bir anda kaybolurken... Daha sonra ki süreçte önemli oyuncularının dünyanın en iyi klupleri tarafından ısrarla istenmesine ragmen, bazı büyük isimlerin Juventus da kalmaları ve mücadeleye devam etmeleri bende epic bir görüntü oluşturmaya başladı. Juventus a olan o ilk acımasız yaklaşımım yumuşamaya ve zaman geçtikçe yerini saygıya bırakmaya başladı. Del Piero gibi son yılların en orijinal 10 numaralarından olan bir adamın bu mücadeleyi veriyor olması bile benim için yeterli sebeptir. Juventus, her takımın kaldıramayacağı bir cezanın-bedelin altından beş - altı yıldır kalkmaya çalışıyor ve bana göre bu sene "işte şimdi başlıyoruz" mesajını ciddi ciddi veriyor. Seria A da bu sürecin ilk dört yılında Inter hegemonyası, son iki yılda Milan ın kendini bulması, geçtiğimiz senede Napoli nin  zirveye oynaması ve sonunda Juventus'un da katılmasıyla Seria A da bu yıl işler çok acaip bir hal aldı. Roma nın ilk dörde girme mücadelesi, Udinese nin bu seneki yüksek performansı işleri daha da kızıştıracaktır. Tekrar Serie A nın o eski, son haftaya kadar süren kıyasıya zirve mücadeleleri başladı. Özellikle bu haftalardan itibaren heyecan dozu ve gerginliği yüksek maç görmek isteyenlere, Serie A maçlarına göz atmalarını tavsiye edebilirim. İtalya da Juventus un bu yılı şampiyon bitirmesi bir çok dengenin değişmesine sebep olur diye düşünüyorum. Uyuyan devi uyandırmak gibi tanımlayabilirim. En son Juventus un ligi domine ettiği dönemleri bir düşününce Serie A sanki daha bir kaliteli, daha bir heyecanlıydı.  Belki bu yüzden Juventus un şu an dört puan farkla lider durumda olmasına heyecanlanıp böyle bir yazıya giriştim. Bilmiyorum. Ama bu seneyi Juventus un şampiyon bitirmesini ve bende apayrı bir yeri olan Del Piero'nun bu kupayı kaldırmasını görmeyi çok isterim. Altı yılın sonunda bu Juventus için çok anlamlı bir görüntü, Del Piero için de süper bir finish olurdu. 

Son dönemde Türkiye de yaşanan şike davalarının, bazı iddiaların futbola, takımlara ve taraftara olan negatif etkisini hiç kimse inkar edemez. Uzun süredir bloğa yazı yazılmamasının sebeplerinden de birisidir. En azından kendi adıma durum böyleydi. Ama bu yazıyı yazarken hissettiğim önemli nokta; ne kadar dibe batmış görünse de zamanla her durum anlamlı hale gelebilir. Eğer büyük bir takımsanız ligden düşmek ve her seye sıfırdan başlayıp tekrar en tepeye oturmak da çok ayrı bir durustur. Belki de kazanılmış bir çok şampiyonluk kupasından daha değerlidir.

1/27/12

The Gods Must Be Crazy...

Farklı bir analiz yapma isteğindeyim. 
Geçtiğimiz sezonun Fransa Ligi gol kralı bugün itibari ile kendini Fenerbahçeli yapan imzayı attı. Yani bir başka bakış açısı ile geçtiğimiz sezonun Fransa Ligi şampiyonu Lille, elindeki gol kralı forvetini satma kararı aldı. Bahsedilen miktar 10m Euro. Düşünülmesi gereken konu ise bu transferin gidişi hangi klüp için daha faydalı bir sonuca bağlandı.? 
Fenerbahçe'nin forvet ihtiyacı olduğu zaten çok açık. Sow'un Fenerbahçe'nin ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir performans gösterip gösteremeyeceği ise bir muamma. Ancak olayı bir de Lille cephesinden değerlendirmek faydalı olacak gibi...
Elinde dünya yıldızı diye adlandırılan iki oyuncusu vardı Lille'in. Biri çoğunuzun bildiği üzere Belçikalı wonderkid Eden Hazard... Duyumlar sezon bitimiyle beraber Avrupa devlerinin bu oyuncuyu transfer etmek için büyük bir yarışa gireceği. Diğer yıldız adayı Sow ise ara transferde kulüple ilişkisini bitirdi. Yani Lille bu transferin gerçekleşmesi ile bir anlamda Fransa Ligi için hedefini büyük ölçüde küçülttü. 
Büyük resme baktığınızda çok da mantıksız bir karar aldığını söylemek yanlış olur Lille kulübünün. Arap sermayesinin baskısını iyiden iyiye hissettirdiği Fransa Ligi'nde PSG'nin ortaya koyduğu performans, paranın hükmünün Fransa Ligini de hakimiyeti altına aldığının göstergesi. 
Yapılan transferler ve hala yapılmakta olan transferler ile Fransa Ligini hegomanyası altına almaya başlayan PSG karşısında diğer takımların yapacağı hamleler neresinden bakılırsa bakılsın yavan ve hafif kalacak bu açık. Kalburüstü diye adlandırılan birçok Fransız takımı artık sadece kendi klasmanındaki takımlarla rekabet haline giriyor yavaş yavaş. 
Rennes, Toulouse, St.Etienne, Lorient gibi klüpler için artık Fransa Lig'inin performans ligi haline geldiğini düşünmekle beraber, daha önce şampiyonluklarda ismi her sene geçen Lyon, Marsilya, Bordeaux gibi kulüplerin de bu gidişat dahilinde finansal stratejilerini ve transfer politikalarını bambaşka bir doğrultuda değiştirmeleri gerektiği fikrindeyim. 
Bu anlamda Moussa Sow transferinin sadece Lille adına değil Fransa Lig'i adına bir işaret olduğunu ve takımların büyüme stratejilerinin Arap Sermayesi karşısında sekteye uğradığının ispatı olduğu düşüncesinde yazımı noktalıyorum efendim...

Fireworks On The Soccer Field...


The Kid's Are All Right...

"ne çok iyi ne de çok boktansın, tıpkı tottenham gibi........."

İngiltere futbolun beşiği olarak adlandırılıyorsa şüphesiz ki o beşiğin merkezi Londra olmalı. Premier Lig'de an itibari ile 4 futbol takımı ile temsil edilen ve bunun yanında west ham, charlton, wimbledon gibi zamanında bu lige damga vurmuş takımları barındıran bambaşka bir futbol kültürüne sahip bu küçük şehrin futbol anlamında bana en enteresan gelen yapısı, temsilcisi olan klüplerin neredeyse tamamının kendine has spesifik özelliklerinin buluması. Arsenal sadakati, Chelsea zenginliği, Fulham mütavizliği temsil etti benim için her zaman. West Ham altyapı zenginliğini, Milwall holiganizmi ile öne çıkan klüpler oldu.
Bu zenginliğin içinde belki de en underrated klüp olarak adlandırılabilir aslında Tottenham. En kötü başladığı sezonlarda bile ivmesini mutlaka yakalayan, en iyi başladığı sezonlarda ise beklenmeyen ani düşüşlerle sevenlerini şaşırtan, her ne kadar istikarsız bir görüntüde olsa da aslında asıl istikrarı istikrarsızlık olan bir klüp sanırım. 
Herry Redknapp'ın gelişiyle beraber hedef büyüten ve para babalarının hakimiyetini sürdüğü, her sene bir başka klübün bir başka sermayeye peşkeş çekildiği İngiliz klüpleri arasında, işini layıkıyla yapan ender klüplerden aslında. 
Oyun yapısını ve oyuncu karakterini pek değiştirmeyen, yıldız transferleri altyapı oyuncuları ile süsleyen ve kendinden kağıt üzerinde çok daha kuvvetli takımlara karşı enteresan galibiyetler alan bir sezon geçiriyor Tottenham. Manchester takımlarının hegomanyasında geçen sezonun, Londra adına mücadele edebilen tek klübü sanırım bu sene itibari ile. 
Villas Boas kontrolünde uyum sorununu aşamayan bir Chelsea'nin ve sezonun ortasına gelinmiş olmasına rağmen yeni yeni futbol oynamaya başlayan Arsenal'in durumuna bakıldığında, başarı şansları düşük olsa da en yürekli ve mücadeleci futbolu oynayan Londra klübü...
Madrid'te gösterdiği performans ile bence başarılı sayılabilecek ancak taraflı ispanyol medyasınca günah keçisi ilan edilen Van Der Vaart ve avrupa futbolunun yakın zamandaki en yetenekli ortasahalarından Modric'in önderliğinde, kurulmuş olan Euro imparatorluğunun içinde yüreğiyle çırpınan kaliteli futbol takımı olarak adlandırmak pek de yanlış olmayacaktır kanaatimce. 
Önümüzdeki yıllarda major bir başarı elde etme şansları hala düşük görünsede yakın zamanda 2008 yılında kazanılan Lig Kupası gibi bir başarıyı beklemekteyim Tottenham'dan...
Elbette her transfer döneminde, ortalama bir ülkenin iç borcu kadar parayı transfere harcayan City ve Chelsea gibi klüplerin yanında işi çok ama çok zor gibi gözüksede, bu sene yakaladıkları başarının onlar için bir teminat olduğu tespitinde bulunmak ve yapılacak doğru birkaç hamle ile neden olmasın? sorusunu akıllara getirmek çok da büyük bir hayalcilik gibi gözükmüyor sanırım?

1/26/12

"And The New Season Starts Again"

Yoğunluk, sıkıntılar, dertler, iş ve güç halleri maalesef ki blog'a olan konsantrasyonu bir hayli düşürdü kendi adıma. Uzun bir "es" verdik...Ancak yeniden başlamak için daha iyi bir gün olamazdı sanırım. Dün oynanan "El Clasico" dan sonra blog'u tekrar başlatmanın ve yeniden fikir ve duygu paylaşımı yapmanın zamanı gelmişti diye düşündük nihayetinde. 
Bir Real Madrid sempatizanı olarak buruk bir başlangıç yapıyorum aslında... Zira uzun bir dönemdir Barcelona'ya karşı Kral Kupası kazanmaktan başka fiziki bir üstünlük sağlayamayan Mourinho'nun Madrid'i, ilk kez bu kadar üstün, bu kadar baskın ve istekli bir futbol oynadı El Clasico'da. Maçın özetini yapacak değilim elbette. Zira genelinde Real Madrid'in üstün olduğu ancak Barcelona'nın bir kez daha kaybetmediği bir kompozisyon vardı. 
Dikkatimi çeken ise artık "Barcelonalı"laşmak denilen olgunun zirve yaptığının net olarak ortaya çıktığını farketmem. 
Klasik futbol geyiklerini çevirdiğimiz esnada arkadaşımın sorduğu "maçı kim kazanır" sorusuna verdiğim yanıt geldi aklıma. "Real yine başa baş oynar ama oyunun hilesi yine maçın sonucunu belirler" demiştim. Sanırım söylediklerimde de pek yanılmadım. 42 dakika boyunca neredeyse tek bir atak geliştiremeyen Barcelona'nın yine yeni yeniden Messi ile 2 dakikada skoru 2-0'a getirmesi, benim gibi bir Real sempatizanının bile şaşırmadığı hatta kabullendiği bir durum haline geldi. 
Öyle bir hile, öyle bir "bug" ki Messi denilen bu insanüstü, artık taraftarların bile Real'e kızamadığı bir çaresizlik haline getirdi bu Derbiyi. 
Yine yeni yeniden Barcelona, Real Madrid'e üstünlük sağladı. Ve yine yeni yeniden Messi sahadaydı...