9/19/11

The Sniffer God...


Soğuk bir havanın eşliğinde, sıkıcı ve rutin geçen sıradan bir iş gününün gidişatını bozan ses, fanatik Galatasaraylı patronumuzun, akşam oynanacak Galatasaray-Liverpool maçı için elinde davetiye olduğunu söylemesi ile bozuldu. Çocukluğumun takımı, hayranı olduğum futbol klübü, İkitelli'deki Olimpiyat stadına geliyor ve benim bu takımı izleyebilmem için gerekli ortam patronum tarafından sağlanıyordu. Stadın bulunduğu yeri, gidiş çilesini, dönüş çilesini, rüzgar çilesini, maç için olumsuzluk yaratabilecek her unsuru bir kenara bırakmamı sağlayan çok önemli bir etken vardı o akşam sahada.


Efsane olduğu klübe geri dönen ve dönerken taraftarı tarafından "11 numaralı tanrı, cennete hoş geldin" diyerek karşılanan Robbie Fowler sahadaydı o gün.

Futbol kahramanım, futbolu sevme nedenlerimin en büyüğü o akşam olimpiyat stadının çimlerine ayak basacak ve ben bu adamı, bu futbol emekçisini, bu efsane ismi canlı olarak izleyecektim.

Sadece çok yetenekli ve üstün bir forvet olduğu için değildi ona olan hayranlığım. O benim gözümde gerçek bir fenomendi. Saha içindeki esprili yapısı ve hayata karşı duruşu ile gerçek bir stardı benim için.

Premier Lig'de oynadığı ilk 3 sezonda 30 gol barajını aşabilen tek futbolcu (ki buna Serie A, La Liga ve Bundesliga da dahil), premier lig tarihinin en hızlı hat trick yapan forveti, her acidan ve noktadan yaptığı öldürücü vuruşlarla izleyenleri kendine hayran bırakan bir futbol adamı. İngiltere'de 2 defa "yılın en  iyi genç oyuncusu" seçilmiş bir yetenek... (ki bunu başaran diğer isimler Ryan Giggs ve Wayne Rooney'dir)
Takım arakadaşı Steve McManaman'ın deyimi ile "tüm zamanların gelmiş geçmiş en iyi golcüsü"

Ancak tüm bunların yanında ona olan hayranlığım asıl ve asil nedeni, geldiği yere, yetiştiği ortama, büyüdüğü İngiltere'ye karşı, tüm popüler yapısına ve şöhretine rağmen asla sırtını dönmemiş olmasıydı. Attığı golden sonra Liman işçilerine verdiği destek, Everton taraftarının kendisini kokainman olarak lanse etmesinden sonra, Everton maçında attığı golün ardından, beyaz saha çizgilerine eğilip kokain çekermiş gibi yarattığı komik ve yaratıcı ambians ona olan hayranlığımın duygusal boyutta da artmasının en büyük nedeni diyebilirim. Gerçi maç bittikten sonra Liverpool teknik direktörünün "Sanıldığı gibi değil, Fowler aslında çimleri yiyordu" açıklamasına rağmen Federasyonun verdiği 4 maçlık cezadan kurtulamamış ancak bunu çok da fazla sorun etmemiş bir yeşil saha meddahı...
Aklıma gelmişken, bir de Arsenal maçında yapmış olduğu efsane bir hareket vardır ki, bu hareket ile hem İngiltere'de hem de Avrupa'da çok büyük yankı uyandırmış, taraflı tarafsız herkesin saygısını kazanmıştır. İkili mücadele sırasında yerde kalan ve hakemin kendi lehine penaltı vermesine sebep olan pozisyonun sonrasında, hakemin yanına gidip, Arsenal savunmasının faul yapmadığını, kendisinin ceza sahasında düştüğünü, pozisyonun penaltı olmadığını belirtmesine rağmen, hakemin penaltı kararında ısrar etmesinin ardından topun başına geçip, topu bilerek kaleciye nişanlaması ile sansasyonel bir futbolcu olduğunu bu sansasyonel hareketle ispatlayan efsane bir forvet...Maçın ardından basın mensuplarının, "penaltıyı neden bilerek kaçırdın?" sorusuna, "bilerek kaçırmadım, sadece çok kötü bir penaltı vuruşuydu" diyebilecek kadar mütevazi bir yıldız...

İlerleyen saatler, maçın başlama düdüğü, Futbol efsanesi Robbie Fowler'in, Galatasaray ağlarına gönderdiği iki gol ve tüm sert, kötü, kızgın bakışlara rağmen, Fowler'in attığı her golde çılgınlar gibi sevinip, çığlıklar atan ben. Gerçi efsane olarak gördüğüm bir futbolcunun, canlı olarak, gözlerimin önünde 2 gol attığını gördükten sonra o kadar insanın bana verebileceği zararın gözümde 1 gram bile değeri yoktu sanırım. Hem nasıl zarar verebilirlerdi ki bana. O gün oranın tanrısı yanımdaydı. Hem de attığı 2 gol ile.....

Not: Yazı Blog'umuzun yeni yazarı royalbug'a aittir...

No comments:

Post a Comment